Güzel Sanatlar İçinde Edebiyatın Yeri

Güzel Sanatlar İçinde Edebiyatın Yeri

Güzel Sanatlar İçinde Edebiyatın Yeri

İnsanın Olduğu Her Yerde Sanat da Vardır
♦ Hayatın biyolojik olarak sürdürülmesi açısından insanoğlunun sanatsız yaşayabileceği kabul edilebilir bir yargıdır; fakat bunun hiçbir zaman yapılmamış olduğu görülüyor, insanoğlunun olduğu her zamanda ve her yerde bugün adına “sanat” dediğimiz bir etkinliğin de olduğu, sanat tarihçilerinin ortak görüşü.

♦ Güney Fransa ve İspanya’daki mağaraların duvarları üzerinde bulunan ve buzul çağı insanlarınca yapıldığı anlaşılan ilkel resimler; Mısır, Mezopotamya, Girit, Aztek uygarlıklarından günümüze kalan kabartmalar, duvar resimleri, heykeller, vazolar, anıtlar, tapınaklar, sanatın insanlıkla neredeyse yaşıt olduğunu düşündüren olgulardır.

♦ Çağımızda Afrika, Avustralya ve Güney Amerika’da yaşadıkları keşfedilen ilkel toplulukların da sanat kapsamı içinde ele alabileceğimiz birçok etkinlikte bulunduğunu görüyoruz. Bu topluluklarda yaşayanlar taş aletlerle tahtaları oyuyor, süslü sepetler örüyor, dövme yapıp bedenlerini boyuyor, kum ve istiridye kabuklarıyla, tüylerle özenli resimler yapıyorlar. Ayrıca ağaç kabuğundan ya da doğadaki türlü malzemeyi kullanarak müzik aletleri yapıyor ve ritmik ezgilere bedenlerini uydurarak dans ediyor, şarkılar söylüyorlar. Günümüz ilkel topluluklarının bu yaşayışları herhalde yüzlerce, hatta binlerce yıllık bir geleneğin devamı.

♦ Sanatın bu ilkel ya da arkaik (güzel sanatlarda klasik çağ öncesinden kalan) örneklerinden başka eski Yunan ve Latin dönemlerinden bugüne dek gelen zaman içerisinde sayısız örneği, günümüz modern toplumlarında sanatsever bireylerin ilgi alanları arasında: Parthenon Tapınağı, St.Etienne ve Notre-Dame de Paris kiliseleri, Süleymaniye ve Sultanahmet camileri, Tac-Mahal Türbesi gibi mimarlık şaheserleri; Leonardo da Vinci, Michalengelo ve Rafael gibi Rönesans döneminin en ünlü sanatçılarının tablo ve heykelleri; Mozart, Beethoven, Chopin gibi müzik dehalarının besteleri; Shakespeare, Moliere, Racine gibi ustaların oyunları; Balzac, Dickens, Dostoyovski gibi yazarların romanları, öyle sanılıyor ki gelecek kuşakların da sanat zevkini beslemeye devam edecek sanat eserlerinden sadece bir bölüğü.

Sanat adı verilen bir şey yoktur aslında, yalnızca sanatçılar vardır; yani bir zamanlar renkli toprakla bir mağaranın duvarına becerebildiklerince bizon resimleri çizikken, bugünse boya satın alıp reklam afişleri yapan ve yüzyıllardan beri daha birçok başka şeyler üreten insanlar… Tüm bu etkinlikleri sanat diye tanımlamakta hiçbir sakınca yok, yeter ki bu sözcüğün yer ve zamana göre birbirinden değişik anlamlara gelebileceği unutulmasın. (Sanatın Öyküsü, E.H.Gombrich)

Dilin nasıl doğduğunu bilmediğimiz gibi, sanatın da nasıl doğduğunu bilmiyoruz. Eğer tapınak ve ev yapımı, resim ve heykel yaratımı veya dokuma gibi etkinlikleri sanat sayarsak, dünyada sanatçının bulunmadığı tek bir topluluk yoktur. Yok, sanat deyince, müze ve sergilerde tadılan veya seçkin salonların güzel süslemelerinde kullanılan, az rastlanır, nefis bir şey anlıyorsak; sözcüğün bu  özel anlamının pek yakınlarda geliştiğini ve geçmişin en büyük yapıcılarının, ressam veya heykelcilerinin bu sözü akıllarından bile geçirmediklerini bilmek zorundayız.