Şiirde Gerçeklik ve Anlam

ŞİİRDE GERÇEKLİK VE ANLAM

Elbette şairler; sanatçı fakat öncelikle de insan oldukları için, bu dünyanın gerçekleri ile içli dışlı olmak; ileteceklerinin, hissettireceklerinin önemli bir kısmını da bu dünyanın somut ve soyut gerçeklerinden seçmek veya bu gerçekler ile ilişkilendirmek zorundadırlar. Bu seçme ve ilişkilendirme, şiirde farklı bir bağlamda gerçekleşir. Şiirde, insana ve dış dünyaya özgü somut ve soyut gerçekler; genellikle duygu, düşünce ve hayallerle birleştirilerek imgelere dayalı bir dille tekrardan yaratılır. Yani yaşananlar ve hayal edilenler, şiirde, çoğunlukla somut dünyadaki gerçeklikleriyle anlatılmaz. Bunlar, yoğunlaştırılır, yorumlanır ve değiştirilir. Bu sebeple de şiirde kendine has bir gerçeklik ortaya çıkar. Bu gerçekliğin meydana gelişinde sezgi, duyuş, tasarım ve izlenimler de rol oynar.

Nasıl ki şiirin dili, günlük hayatta kullanılan dilin içinde oluşturulan ikinci bir dil gibiyse şiirdeki gerçeklik de somut dünyanın gerçekleri içinde yaratılan ama ondan çoğu yerde bağımsız olan bir gerçekliktir.

Şiirde ele alınan temaların önemli bir bölümü gerçek hayatta da vardır. Şair, ele aldığı temayı; çağrıştırmak, hissettirmek istediği hususlara ve kendi bakış açısına göre şiirinde konulaştırır. İmgeleminde oluşturduğu gerçekliği kelimelerle ifade etmek için dilin bütün anlatım olanaklarını kullanır, kelimelerin ses ve anlam değerlerinden olabildiğince yararlanır, şiire özgü bir gerçeklik yaratır.

Şiirdeki gerçekliği anlatmak için şöyle bir örnek verebiliriz: Geçen zamanın farkında olmamak, zamandan yakınmak insana özgü bir gerçekliktir. Ayrıca “Yıl, saat, gökyüzü, uçurtma, durmak, uçurmak” da herkesin bildiği nesne, kavram ve fiilleri karşılayan, günlük hayatta kullanılan kelimelerdir. Yani bütün bunların günlük dilde de gerçek hayatta da karşılıkları vardır.

Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum

Gökyüzünden habersiz, uçurtma uçurmuşum

Necip Fazıl Kısakürek

Şair, bu kelime ve gerçeklerden yola çıkarak özgün, etkileyici ve çağrışım gücü son derece kuvvetli bir imge oluşturmuştur: Otuz yıl boyunca saati çalışıp kendisi duran, bir anlamda saatiyle kendisi yer değiştiren, bununla da kalmayıp gökyüzünden habersiz uçurtma uçuran bir insan.

Bir kişinin, otuz yıl boyunca saatinin işlemesine karşın kendisinin olduğu yerde hareketsiz durması ve gökyüzünün farkına varmadan uçurtma uçurması, gerçek hayatta mümkün müdür? Gerçek hayatta olmasa bile şiirin kendine özgü gerçekliğinde evet! Bunlar şiir gerçekliğinde mümkün göründüğü için okuyucuya yadırgatıcı gelmemekte, aksine şiire büyük bir güç katmaktadır.

Şair, gerçekte saati otuz yıl boyunca düzenli çalışmasına karşın kendisi hareketsiz duran ve gökyüzünden habersiz uçurtma uçuran bir insan olmamakla birlikte o insan gibidir: Bozuk bir saat gibi zamanın farkında değildir. Gökyüzünün farkında olmadan uçurtma uçuran, uçurmaya çalışan bir insan gibi cahil, şaşkın ve habersizdir. Gökyüzünü görememek, onun apaçık ortada olan gerçekliğinin farkına varamamak… Otuz yıl sonra, çok geç fark edilen bir gerçeklik… Boşu boşuna geçen, bir daha asla geri dönemeyecek otuz koca yıl… Telafisi mümkün olma- yan çok kıymetli otuz yıl…

Şair, içinde bulunduğu durumu, yaşadığı olayları, hissettiği duyguları, pişmanlıkları, hataları, şaşkınlıkları ve hayıflanmaları; şiirin kendine özgü gerçekliğinde böyle ifade etmiştir.

Aşağıdaki metin parçası, Bâkî’nin Kanuni Sultan Süleyman’ın ölümü üzerine yazdığı “Kanuni Mersiyesi’nden alınmıştır. Şair, bu şiirde tarihî ve somut bir gerçeği ele almıştır: Kanuni Sultan Süleyman’ın ölümünün, onu sevenler üzerinde yarattığı hüzün. Şair, bu temayı ele alırken sadece insanların değil, gezegenlerden nesnelere, hayvanlardan bitkilere hemen her varlığın Kanuni için ağladığını, üzüldüğünü dile getirmiş; böylece somut bir gerçeği şiirsel gerçeklik bağlamında yeniden yaratmıştır. Bir şiirde dile getirilen her hususu, somut dünyanın gerçeklerine göre değerlendirmeye kalkışmak yanlıştır. Çünkü şiir, zaten gerçekleri günlük dilde anlatıldığından farklı, daha etkili, daha coşkulu bir dille, hayallerle, imgelerle harmanlayarak anlatmak için vardır. Bu durum bilindiğinden gerçek dünyada olmayacak şeylerin şiirde olması okuyucuya yadırgatıcı gelmez. Zaten okuyucu da gerçekleri, şiirin penceresinden görmek; gerçeklere, şiire özgü gerçeklik dünyasından bakmak ister. Şair, şiir yazarak bu dünyanın gerçeklerini yoğunlaştırır, yorumlar, değiştirir. Yazdığı metinle, coşku, heyecan, duygu, düşünce ve hayallerini etkileyici bir dille okuyucuya yansıtabildiğinde de amacına ulaşmış olur.

kanuni mersiyesi
kanuni mersiyesi

Divan şiirinin gerçeklik dünyasında edebî sanatlardan sıkça yararlanılmıştır. Halk edebiyatı şiir geleneğinde oluşturulan aşağıdaki şiir, Bâkî’nin şiiriyle benzer bir temaya sahip olmasına rağmen, edebî sanatlar bakımından ondan daha sadedir. Bu şiirde şair, ömrünün sonuna yaklaşmış bir insan olarak bu dünyayla ilgili duygu, düşünce ve izlenimlerini dile getirmiş, insanlardan tek beklentisinin hatırlanmak olduğunu belirtmiştir. Şair, bunları yaparken yer yer benzetme ve istiare sanatına başvurmuş, böylece izlenimlerini çağrışım gücü yüksek kelimelerle ifade etmiş ve şiirsel bir gerçeklik yaratmıştır.

Ben giderim, adım kalır,
Dostlar beni hatırlasın.
Düğün olur, bayram gelir,
Dostlar beni hatırlasın.

Açar solar türlü çiçek,
Kimler gülmüş, kim gülecek?
Murat yalan, ölüm gerçek,
Dostlar beni hatırlasın.

Gün ikindi, akşam olur,
Gör ki başa neler gelir!
Veysel gider, adı kalır,
Dostlar beni hatırlasın.

Âşık Veysel